26 Aralık 2015 Cumartesi

Bu bir reklam mıdır?

İnsan bencil midir?

Kapitalizm her türlü argümanı ortaya koyarak insanın bencil olduğunu neredeyse tüm dünyaya yutturmuştur. Yutanlara bir kısım “marksistler” de dahildir. Bu durumun marksistler açısından ne derece utanç verici olduğu bir kenarda dursun, ben kendimce insan bencildir algısını yıkmaya çalışacağım.

Toplumsal bir varlık olan insan, içinde bulunduğu toplum, coğrafya, ekonomik ilişkilerin bir ürünüdür. Dolayısıyla içinde yaşadığımız kapitalist sistem (kendi ihtiyacı olan) bencil insanı yaratmak zorundadır. Bunu başarabilmek için de eğitim sistemini, çalışma hayatını, kültürel hayatı tamamen buna göre kurgular. Örneğin eğitim sistemleri dayanışmacı değil rekabetçi bir anlayışı dayatmakta ve buna zorlamaktadır. Çalışma hayatı ve kültürel hayatta da benzer koşullar söz konusudur.

Bu noktada bizim dikkat etmemiz gereken noktalardan biri kitle iletişim araçlarının en yaygın kullanılanı televizyondur. Televizyon için mesela bir kaç örneği inceleyelim:

-Survivor: (İzlememişler için: insanın yaşamadığı bir adaya kapatılan bir grup insan birbirleriyle yarışarak, yarışmayı kazanabilirler. –arada entrikalar, stratejiler havada uçuşur; ağlayanlar, salyalar sümükler birbirine karışır.) Vahşicene bir doğada bir grup insan hayatta kalmak için neden rekabet etsin? O koşullar altında hayatta kalabilmek için dayanışma zorunlu bir durumdur. Ancak Survivor rekabeti (hem grup içi hem de gruplar arası) dayanışmanın önüne geçirerek insanın hayatta kalabilmek, başarılı olabilmek için kendini düşünmesi, rekabet etmesi ve bencil olmasını aşılıyor.

-Eti SütBurger (ESB) Reklamı: Bir çocuğun yaşadığı evde, dolapta ESB bulunmaktadır. Ve Mert’in annesi kahraman çocuğun annesini arayarak misafirleri olacaklarını söyler ve Mert’in de geleceğini söyler. Mert’in geleceğini duyan kahraman çocuk hemen bir süper kahraman kıyafeti giyerek içinde ESB olan buzdolabını –ciddi bir edayla- korumaya alır. Çünkü Mert onları yememelidir. Sebebini bilmiyoruz. Ardından Mertgil gelir ve yanında da iki tane ESB vardır. Mert ESB’leri hiç çekinmeden kahraman çocuğa verir ve bir güzel yerler. Sonra onların dolapta olup olmadığını sorar. Kahraman çocuk yine anında süper kahraman kıyafetini giyer ve içinde ESB olan buzdolabını korumaya alır.

İnsanın “bre yavşak çocuk, Mert seninle paylaştı işte, sen neden paylaşmıyorsun” diyesi geliyor. Benim geliyor, sizin gelmiyorsa sorun sizde.
İnsanlığın en masum yanı olan çocuklar üzerinde yapılan bu iş bile (açık söyleyeceğim pek sevmem çocukları ama masumlar işte), tek başına, bencil insanı yaratmak için sistemin ne kadar yırtındığını gösteriyor. Ama yine de bu durum, size insan bencildir diyenlere karşı çocukları örnek göstermenize engel değil. Onların ağzına ağzına “insan bencil değildir, sen salaksın” diye haykırın. Şaka lan, öyle şey söylenir mi? "Sen de içinde bulunduğun çevrenin böyle bir ürünüsün" diyin. 

17 Nisan 2014 Perşembe

Özgürlük ve Emek

Haziran İsyanı'nın ardından gelişen süreçler ve son olarak 17 Aralık yolsuzluk soruşturması ile AKP'nin ciddi kayıplar yaşayacağı bunların arasında Ankara ve İstanbul'un da olacağı gibi bir düşünce hakimdi bende.

Sosyal medyada öne çıkan başlıklar da aslında bunu doğrular nitelikteydi.

Ancak kendi adıma görmediğim işaretler vardı. Mesela Twitter kapatıldığı gece tweet sayısının rekor kırmış olması AKP tabanının aslında bu mecradan uzak olduğu anlamını taşımakta. Öte yandan Melih Gökçek'in kendi hesabını destekleyen yüzlerce trol hesabının olması da bunun ayrı bir göstergesidir. Bunlarla beraber "Mustafa Kemal'in Askerleri" Twitter'da sanal ordu kurma derdine hiç düşmediler çünkü nicel çoğunluk onlardaydı fakat AKP kendisi için bir Twitter ordusu yarattı. Bu işaretler AKP'nin Twitter'dan sarsılmayacağının açık göstergesi.

AKP karşıtlığını kitlelerin ruhuna işleyen popüler sol siyaset Haziran İsyanı öncesinde bir anti-AKP seküler klik olarak birarada idiler. Haziran İsyanı ile birlikte açığa çıkan seküler talepler bu kliğin daha geniş kitlelerle buluşmasını sağlamakla beraber içinde yer almayan örgütlü insanların da kafasına kancayı atmıştır. Bu sayede toplum iki ana eksende kutuplanmış bir yanda muhafazakarlık ve bunun vücut bulduğu AKP öte yanda ise sekülerlik ve vücudu olan Haziran İsyanı, sokaklar, forumlar...

Haziran İsyanı ile açığa çıkan özgürleşme talebi AKP tabanında doğal olarak karşılığını bulamadı. Bu taban Cumhuriyet Tarihi boyunca hiç olmadığı kadar özgürleşmiş durumdadır aslında ve bizler onların özgürlüğünü kendi algılarımız üzerinden tartışmaya çalışıyoruz. (Hala "türban"ın bir özgürlük değil, özgürlüğü kısıtlayıcı bir nesne olduğu tartışılıyorsa dönüp kendimize bir bakalım.) Yıllar boyu ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören insanlar AKP ile bir adım daha öne çıkmış, inançlarına uygun yaşamalarının (nispeten) önü açılmıştır. Bizim bugün bu kitleye özgürlük talebi ile gitme şansımız artık bulunmamaktadır. Bundan sonra özgürlük mücadelemizi yürütürken bizi hem Kemalistlerden hem de AKP muhafazakarlığından ayıracak olan Emek Mücadelesi hattını izlememiz kaçınılmazdır.

Bu dönemi sendikalı-sendikasız sanayi işçisi, mühendis, mimar, garson, barmen, doktor, ev kadını... tüm emek kesiminin yerel EMEK MECLİSLERİnde bir araya gelmesini sağlayarak emeğin yerel sorunlarının, yerel taleplerinin bu meclisler tarafından örgütlenmesini sağlamak durumundayız. Bu meclisler yerelde bulunan sendika şubeleri ile de ilişki içinde olup onların yerelin talepleri doğrultusunda dönüştürülmesini sağlamalıdır.

Tabii ki yarı örgütsüz bir insan olarak bu haltı nasıl yiyebilirim bilmiyorum. Örgütlülük işte tam da bu noktada gerekli oluyor.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Bir de şöyle bakmak gerekiyor.


Bebek ölümleri ülkemizde halen bir sorunken ortaya atılan “katliam”olarak kürtaj ve sezaryen. Nüfusun daha fazla artabilmesi için kürtajı yasaklamayı ve sezaryeni sınırlamayı tartışan hükümet zigotun peşine düşüp doğmuş olan bebeği es geçiyor. Neden? Çünkü bebek ölümlerinin engellenebilmesi için devletin yüklenmesi gereken görevler var. Fakat piyasa kurallarında devlete yer yoktur. Doğal olarak ne oluyor? Piyasa ve muhafazakarlık adına ve de emperyal hedefler uğruna yine zigotun peşine düşen devlet yine piyasalar gocunmasın deyu doğmuş bebeklerin ölmesine göz yumuyor.

Bir yanda çocuk sahibi olmak isterken bebeklerini kaybedenler öte yanda ise bedenleri üzerindeki söz hakkı ellerinden alınmaya çalışılan kadınlar. Hatta bu uğurda ar damarları çatlarcasına “tecavüze uğrayanlar doğursun, gerekirse devlet bakar”, “bebek öleceğine tecavüze uğrayan ölsün” diyerek bir yandan “yargıladıkları” tecavüz olgusunu meşrulaştırmanın yolunu tutuyorlar. Bu konuda da sözü kadınlar zaten söyleyecektir.

Peki devletin bebek ölümlerini engellemesi için neler yapması gerekir?

Anne sağlığı: anne eğer beslenmeden çalışma ve yaşam koşullarına, aile içi şiddetten toplumsal yapıya kadar sağlıklı imkanlara sahip değilse çocuğun doğumu da sıkıntılı olacaktır. Malumdur ki annenin psikolojisinin sağlıklı olmaması bile –tek başına- doğum esnasında pek çok soruna yol açacaktır.
Kadınların doğum izinleri, emzirme izinleri, kreş imkanları yok edilirken sağlıklı bir doğum hak getire. Bu imkanların sağlanması ise hem devlete hem de piyasalara “yük” getirecektir.

Bebek sağlığı: bebeğin beslenmesi, annesi ile büyüyebilmesi, ihtiyacı olduğunda yanında bulabilmesi, hastaneye erişim imkanları, sağlıklı bir çevrede yetişebilmesi... hepsi vazgeçilemez derecede önemli maddeler. 

Ancak hastanelerin piyasa kurallarına terkedilerek kar amaçlı kurumlar haline getirilmeleri de hastaneye ve “sağlıklı sağlık hizmeti”ne erişimi engelleyen büyük bir etken. İlaç alınamadığı için ölen bebekler, çocuklarına ekmek alacak para bulamadığı için intihar eden anne... çok geride kalmadılar.
Piyasa tabii ki bunları kabul etmez. Anne için de bebe için de yapılması gerekenler onlara “gider kalemi” olarak görülür ve her daim kısılabilecek/ kısılması gereken giderlerdir. Durum böyle olunca devlete/ sermayeye sorumluluk yüklemek yerine bireye yasak getirmek onlar açısından kabul edilebilir olandır. 

Tabanının yapısı ve kendi gelecek algısı nedeniyle bu meseleyi (yasağı)muhafazakarlıkla buluşturması da kaçınılmazdır.
Doğumdan sonrasına ilişkin hiçbirşey söylemiyorum. O noktada yaşam hakkı ortadan kalkıyor zaten. Kadınların konuşması gereken bir meselede bir erkek olarak söz hakkı iddia ettiğim için affolam.