Bir insanın vicdanı nerededir? Son yıllarda bu coğrafyada
insanların vicdanlarının tersi dönmeye başladı. Bunun nedeni korku falan da
değil bence ya da fukaralık da değil. Belki bir miktar zengin olmakla
bağdaşabilir bu durum ki o zenginlik de evine anten alacak kadar "zengin" olmaktır. Tabii tek başına anten değil. Yoksa “ne yapacağnız la o anteni
gotuguze mi sokacağınız?” Televizyon da alabiliyorsan tamamdır.
Şimdi antenler kuruldu, ayarlaması yapıldı, kablolar gerekli
yerlere yetiştirildi. Kumanda? Hah! Tamam, kumandanın pili de yerinde. O
vakit...
Hayır vakt-i zamanında böyle değildi, ben hatırlıyorum.
Masal gibi ama şimdi. Bir varmış bir yokmuş, develer falan filan iken bizden
önce bu topraklarda yaşayan insanlar arasında bugün anlam veremeyeceğimiz bağlar
varmış. Komşularının acısı acıları, sevinci sevinçleri olurmuş. Hatta mahallede
de öyle. Şimdi aranızdan birileri belki de sen mesela bunu okurken aman ne
mükemmelmiş diyorsun değil mi? Geçeceğin dalgayı kendine sakla yavru.
Kimbilir belki memleketlerinden metropole taşıdıkları
alışkanlıktı imece meselesi ama bu onların hem işleri hem de hayatlarını
paylaşmalarını sağlıyordu. Tabii ki imece dedimse de okulda öğrendiğimiz kadar
mükemmel değil. Bugünse hep yakınılır: “karşı komşuyu bile tanımamak”. Sadece bir
yaşlının çığlığı değildir bu. Çocuklar hariç gencinden yaşlısına herkesin dile
getirdiğidir. Neyse asıl mesele bu değil, meseleye dönelim.
Bak işte bunu diyorum, iki dakika boş bırakmaya gelmiyorsun.
Tabii sistem kurulmuş nasılsa, elinde de kumanda gez gezebildiğin kadar. Dizi
izle, yarışma izle, kavga-gürültü-siyaset izle, bulabilirsen belgesel izle.
Hani bu BBG evi meselesi Türkiye’ye de sıçradığında, daha çömezken, deniliyordu
ya “hayatlarımızın kameralarla gözetlenmesi normalleştiriliyor”, şimdi mobese
olmayan sokak görünce şaşırıyoruz artık. İzlenmek bu kadar mı rutinleşir?
Çizgifilmlerde ve filmlerde bile izleniyor olmak rahatsızlık verir. Bizde?
Ağlamaklı dizilerimiz var ya bizim şimdi, salya sümük
ağlatan, ben de onlara suç atıyorum şimdi. Artık dizilerle yeniden mafyalar
(çapı ne olursa olsun) normalleştirilirken “aslında onlar da iyi adamlar” imajı
çiziliyor. Aile içi baskı, kadına şiddet, tecavüz, kumalık –ekran başında
gösterilen tepkinin ardından- normalleştiriliyor. Meclis odalarında yaşayan
yumruklar sık sık kameralara şov yaparken “siyasette şiddet”
normalleştiriliyor. Yarışmalarda hala insanlar rekabet ederken öte yandan şans
kavramı hayatlarımıza iyice sokuluyor. Hayatta kalmak için “kıçımızı yırtmamız”
gerekmesi normalleştiriliyor. İş cinayetlerinde hayatlarını kaybeden işçilerin
hayat öyküleri hüzünlü bir müzik ve ona uygun ses tonuyla trajikleştirilerek
haber bültenlerinde yer buluyor kendilerine. Bizler de ekran başında öfkelenip,
üzülüp, çıldırıp birkaç gün sonra normalleştiriyoruz. Pek çok örnek de aynı
şekilde mümkün.
Kemal Sunal’ın bir filminde “Allah’ın verdiği nefesi boşa
harcamayalım” diyordu ev sahibi. Ben de diyorum ki Allah’ın verdiği
duygularımızı ve onların sonuçları olan tepkileri boşa harcamayalım. Gerçekliğin
yanılsamalarına kanıp ekran başında harcanmaktansa gerçek olaylara gerçek
tepkiler vererek hayatlarımızı kurtarmalıyız. Ekran başında vicdanlarımızı
yormanın alemi yok değil mi?