24 Haziran 2011 Cuma

teyzeler, teyzeler teyzeler


ya işte korkuyorum ben de teyzelerden.
tehlikeliler, yalnızlarken de öyleler ekip halinde ekip içindeki eleman sayısının karesi çarpı iki üzeri eleman sayısı ile doğru orantılı olarak tehlikeliler. bak yukarıdaki matematiksel ifade de benim korkmama yetecek derecede çünkü zerrece hazetmiyorum matematikten. teyzeler kadar olmasa da ondan da korkarım. sonuç itibari ile teyzeler korkusuz ve korkunçturlar. ha sonuç demişken, bu daha başlangıç.

Yalancı Kaşar


Kaşar peyniri yağı alınmamış sütten ilginç olmayan ama benim bilmediğim yöntemlerle üretiliyor. Piyasada ticari olarak en çok bulunan kaşarlar ise yağlı sütten değil, yağsız sütten yapılmış, içine de patates veya benzeri birşey katılmış, tostun içinde çok sevilen ama çift kaşarlı da olsa beş kaşarlı da olsa aslında tadı olmayan bir peynirimsi varlık. Son anlattığıma “hileli kaşar” falan deniliyor.

göt cebi, teyze, enişte!


aman ya… yetmez mi ki?

bir teyze -ki teyzeliği hakediyordu- eniştenin göt cebine işaret ve orta parmağını sokmak suretiyle enişteyi götünden yakalamıştı.

şimdi pek tabii ki sevgililerin birbirleri ile temas halinde olmaları, bunu istemeleri doğaldır. yalnız bu temasın doğal olanı ten temasıdır. yani el ele tutuşma, yanak yanağa yürüme, dudak dudağa duduşma gibi.

13 Haziran 2011 Pazartesi

Acemice bir seçim değerlendirmesi


Herkes söylüyor, Türkiye kritik bir dönemde kritik bir seçim geçirdi. Egemenler seçimlerin galibini ya “oy oranını arttıran AKP” ya da “milletvekili sayısını arttıran CHP” olarak görüyor ve göstermeye çalışıyorlar. Emek demokrasi ve özgürlük bloğuna uygulanan görmeme kampanyası istisnalar dışında hala devam ediyor. Ezilen halkların (yani bizim) gözünde ise asıl kazanan Blok’tur. Oy oranını da milletvekili sayısını da geçen seçimlere göre katlamıştır. Bunun yanında meşruluğu da katlanmıştır.
Ancak sandıktaki görevimiz son bulduktan sonra Tuzla’da arkadaşlarla eve geçip bilgisayarlardan seçim sonuçlarını takip ettik. Kadıköy’de de kutlamalar olduğu için evde

8 Haziran 2011 Çarşamba

Kaldırım


Üstüme üstüme

Geliyorlar

Acımadan sanki hepsi

Pusuya yatmış da

Bu anı bekler gibi

Geliyorlar üstüme

Ulan nerden çıktım

Şu kaldırıma…

2007Temmuz'unda yazmışım

öylesine

Karamsarlık… Ne zamandır zihnimin ırzına geçiyor, arsızca… Atamıyorum ki kendimi kucağına… Al, seninim işte, ne duruyorsun vur beni demek neden bu kadar zor?.. Sarsa bedenimi karamsarlığın ataleti ya da kimsenin işine yaramayacak hareketler yapsa bedenim… Ne bileyim yanağımda bir ıslaklık hissetsem birden bire senden gelmemiş olan… Bana ait olan… ya da… ya da daha aktif hareketlerim olsa… Yürüsem mesela durmadan, ayaklarımın isyanına aldırmasam… Koşsam ya da… Sonuç aynı ayaklarım beni bırakmalı…
Beğenmedin mi bunları… O zaman sana bir seçenek daha sunayım; Biraz daha pasif olsun… Ne olsun mesela… Zihnim devredışı kalsın, olur mu?.. Korkma! Zarar verecek değilim kendime, ona ya da en önemlisi :sana… Yaşayacağız hepimiz. İçeyim o zaman diyecektim ben… Niye bu kadar şaşırdın ki? Şarap içeyim… Şarap…Ya zihnim devre dışı kalır ya da ben kalırım zihnimin devreleri dışında…
Yok ama, yok işte… Onların işine yaramayan tüm hareketler lüks bana… Ama onlar değil mi sürükleyenler beni buralara…
Okumasaydın keşke bu yazıyı… Duyuyorum… Madem öyle, yazmayaydın diyorsun. Ama yazmalıydım işte… Son yöntemden biraz daha pasif bir yöntemmiş bu… ilkindense daha aktif… Yeni anladım.
Özür dilerim… Özür dilerim hayat.

15Haziran2005'te yazmışım.

Tonto Apache’lerinden Delshay

Artık dağdan dağa kaçmak istemiyorum; büyük bir antlaşma yapmak istiyorum… Taşlar erinceye dek tutacağım sözümü… Beyazları da Tanrı yarattı; Apache’leri de; Bu ülke üzerinde beyazlar kadar Apache’lerin de hakkı var dolayısıyla. Kalıcı, uzun süreli bir antlaşma yapmak istiyorum, öyle ki beyazlar da Apacheler de bu ülkede yolculuk yapabilsinler ve aralarında hiç çatışma çıkmasın.

22Haziran2007'de Kalbimi Vatanıma Gömün'den alıntı

Brulé Sioux’larından(Sinte-Galeshka)Benekli Kuyruk’un sözlerine bi bakalım


Bu savaş durup dururken fışkırmadı bizim topraklarımızdan; bu savaş Büyük Baba’nın (ABD) topraklarımızı karşılığında hiçbir şey ödemeden almaya gelen ve topraklarımızda birçok kötü işler yapan çocukları tarafından getirildi. Bu belanın sorumlusu Büyük Baba ve onun çocuklarıdır… Biz yalnızca ülkemizde barış içinde yaşamak ve halkımızın gönencini ve iyiliğini sağlamak için elimizden geleni yapmak istedik; ne var ki, Büyük Baba topraklarımızı yalnızca bizi öldürmeyi düşünen askerleriyle doldurdu. Buradan hava değişikliği için ayrılan birtakım halkımız ve kuzeye avlanmaya gidenlerimiz askerlerin saldırısına uğradı, kuzeye vardıktan sonra da başka yönden gelen birtakım askerlerin saldırısıyla karşılaştılar. Şimdi geri dönmek istiyorlar, ama askerler arada durarak yurtlarına dönmelerini engelliyorlar. Bence bunun daha iyi bir yolu var. İki halk bozuştu mu, iki tarafın silahları bırakarak biraraya gelmeleri, sorunu birlikte gözden geçirmeleri ve barışçı bir çözüm yolu bulmaları en iyisidir.
(bu sözler size bi sorunumuzu hatırlattı mı???)

21Haziran2007'de Kalbimi vatanıma gömün'den bir alıntı

7 Haziran 2011 Salı

İfadelerini alalım!

12 eylül ile hesaplaşan(!) modern 12 Eylül referandumunun “evet” dedirtme araçlarının en güçlü-kuvvetlisi 12 Eylül darbesi ile hesaplaşma ve askeri vesayetten kurtulma söylemi seçimlere çok az bir zaman kala uygulanmaya başlıyor.

12 Eylül biz öğrencilere kallavi bir miras bıraktı ki üniversitelerimizi altında inim inim inletiyor, bizleri de okutmamak için uğraşıyor. Tabii ki YÖK’ten bahsediyorum. Darbenin tüm topluma mirası anayasadan çıkarılmadan önce YÖK kurularak üniversiteler öğretim üyeleri ve öğrencileri ile ezilmeye başlamışlardır. Onlarca-yüzlerce öğretim üyesi ve öğrenci okullardan uzaklaştırılmıştır.

YÖK, darbe öncesi toplumsal hareketin başını çekenlerden üniversitelerin susturulması için kurulmuştu. Peki dönemin toplumsal mücadelesi genel olarak ne üzerinden şekilleniyordu? Neoliberal 24 Ocak kararlarına karşıtlık üzerinden şekillenmişti eylemler ve ileride siyasi taleplere de kavuştu. Üniversitelerde bu gelişmeleri engellemek için ise yapılması gereken bellidir. Bugün de olduğu gibi üniversitelilerin demokratik haklarını ellerinden alarak örgütlenmelerini engellemek.

YÖK ilk olarak bu temellere oturtulmuş ve üniversiteler antidemokratik postallar altında ezilmiş daha sonra da devlet destekli sivil faşistlerin güvenli ellerine teslim edilmiştir. Bu sayede üniversiteler yavaş yavaş susturulmuştur. Bugün yapılan öğrenci eylemleri ise gerek bu susturulma gerekse örgütleyen örgütlerin yetersizliği-kısırlığı eylemliklerin geniş öğrenci kitleleri ile buluşamamıştır.

Üniversiteler susturulduktan sonra da sıra asıl meseleye, üniversitelerin neoliberal politikalara göre hızla yeniden şekillendirilmesine geldi. Mühendislik öğrencileri arasında tartışılmaya devam eden “yetkin mühendislik”, ÖGB’ler, üniversite-sanayi (ki aslı sermayedir bize sanayi diye yutturulmaya çalışılır) işbirliği, teknokentler… ve son dönemde meşhur Bologna Süreci. Tüm bunlar üniversiteleri kapitalizmin ihtiyaçlarına göre şekillendirip, piyasaya nitelikli ve örgütsüz işgücü sağlamaya ve bilim ışığında toplumun önünün açılmasını önlemeye yönelik çabalardır.

Bugün sermayenin ihtiyaç duymadığı bölümler çeşitli bahanelerle kapatılmakta, onların ihtiyaçlarına uygun bölümler açılmakta. Öte yandan dersler bilimsellikten oldukça uzak ve hurafeci bir şekilde işleniyor ve bir gerçek olan evrim çoğu okulda görülmüyor bile. İnsan temelli derslerin hepsi kar odaklı olarak işlenir hale gelmiştir (işçi sağlığı ve iş güvenliği bunlardan biri ya da madencilik bölümleri). Son dönemde her ile açılan okullar ise nitelikli-örgütsüz işgücüne yeni güçleri de ekleyerek nitelikli işsiz ordusunu genişletiyor.

12 Eylül darbesinin gerçekleştirilme amacıyla üniversitelerin bugün evriltildikleri yer, noktasına virgülüne aynıdır. Seçimlere günler kalan şu dönemde darbecilerin 12 soru ile ifadesinin alınması tamamen göstermelik bir durumdur. Biz üniversiteliler ise seçimlerde oy toplamak için ortaya atılan yeni anayasa söylemini gerçeğe çevirmek için ve üniversiteleri kendi bileşenleri ile kendini yöneten bir yapıya kavuşrumak için mücadele etmeli ve 12 Eylül’ün hesabını biz sormalıyız. Mücadele edelim ifadelerini biz alalım!

6 Haziran 2011 Pazartesi

Erik Ağacı Demiştim

Varoşlar güzeldir aslında. Şimdi değil belki ama vakt-i evvelinde varoşlar neredeyse en sosyal konutlardır. Bugünün sosyal konutlarının yanında insanların kültür-sanatla buluştuğu ve insani ilişkiler içinde oldukları yerlerdir.

Neyse mesele varoşlar değil aslolarak. Buralarda (bizim burada da) evlerin genelinin bahçeleri vardır. Hatta ekilmese de bir bahçe olur genelde. Bizimki ekili tabii ki. Her sene de farklı fanteziler. Bu bahçelerin bazı vazgeçilmez ağaçları vardır. Herkes onların olmasını ister mesela. Şeftali, vişne, ayva… hatta bunlar bir de birbirine aşılanır da daha iyi meyve vermesi için. Bir de kirazdır ya, herkes ister mi bilmem ama bizim bahçede bir kiraz olaydı fena olmazdı.

Bir de erik yenen evler vardır ki bunların bahçelerinde ister istemez erik ağaçları çıkar. Eğer özenle uğraşılmıyorsa tabii eriğe karşı. Çekirdeğin toprakla buluşması yeter. Kirazda yeterli değil mesela bu. Bildiğim kadarıyla bir süre sirkede bekletilmesi ve çekirdeğin dışının zayıflatılması gerekmektedir. Kabuğuna göre oldukça zayıf bir tohumu var. Mesele erik aslında.

Bahçelerin kenarlarına mı denk gelirler hep, ben mi öyle görürüm yoksa? Bir de şöyle deneyelim mesela: kimbilir belki çocukluğumuzda onlara tırmanırken biraz çocukluk bulaştırmışızdır ve onlar da bahçelerden kaçmak istiyorlardır. Bir ihtimal de yine aynı bulaşma ile çocukluğumuzun o paylaşımcı hali bulaşmıştır onlara da onlar da yoldan geçenlere meyvelerini sunarlar. Karşılık beklemeden. Değil tabii ki, birşeyler yazacağım deyu saçmalamanın gereği yok. Bana denk geliyor ya da onlar kenarlara denk geliyor. Biz de afiyetle yiyoruz.

Geçenlerde de sevgili sevgili ile Feneryolu’ndan Kadıköy’e doğru sahilden kaybolurken, kayboluşun bir yerinde bir adet erik ağacı yakalayıp, küçük bir uğraşın ardından birer adet erik düşürdük. Düşürmez olaydık erik de aklıma birayı düşürdü. Onun yanına çok da güzel giderdi o an için. Umarım aranızda Moda Sahili’nde bira ve erik ısmarlayacak olan vardır.

Yazıyı da bir şey ısmarlayın diye yazmadım ama oldu bir kere.